Kudüs gibi bir şehirde sadece bir gün geçirmiş birinin yazı yazması çok ukalaca, farkındayım. Ancak o kadar ilginç bir yer ki neler hissettiğimi yazmadan duramadım. Eski Kudüs; Müslüman, Hristiyan, Yahudi ve Ermeni mahalleleri olmak üzere dörde ayrılmış. Dinlerin, mezheplerin, yerel halkın, dindarların, turistlerin, askerlerin ve yeni bir peygamber bekleyenlerin arasında, dünyanın en eski şehirlerinden birinin sokaklarında öylece geziniyorsunuz.
Yahudi mahallesi, yüzlerce sene önce bir yerlerde durmuş hissi yaşatıyor insana. Herkes bir örnek gibi, fotoğraf çekmeyi sevenlerin cenneti.
Sonra Hristiyan mahallesine geliyorsunuz, birden her yer hediyelik eşyacı kaynıyor, aklınıza gelebilecek her türlü dinsel objenin yanı sıra isterseniz kiralayacağınız bir çarmıhla İsa’nın son yürüyüş parkurunu yapabiliyorsunuz.

Hristiyan Mahallesi
Derken kapı anahtarının Müslüman bir ailede olduğu, Kutsal Kabir ya da diğer adıyla, Yeniden Diriliş Kilisesi’ne ulaşıyorsunuz. Hiç kuyruk yok, para alan yok. Çok şaşırıyorum çünkü İsa’nın bu tepede çarmıha gerildiği düşünülüyor. Ayrıca burada gömüldüğüne, göğe yükseldiğine ve yeniden dirilişin yine burada olacağına da inanılıyor.

Kutsal Kabir Kilisesi
Mesela bu kadar önemli bir kilise İtalya’da olsaydı, içeri girmek için 40 euro bayılmanız ve büyük ihtimalle birkaç gün kapısında yatmanız gerekirdi. Batılı turistlerin gelmeye çekindiği bir şehir olmasının avantajı bu sanırım. Sonradan öğreniyorum ki burası Kudüs Rum Ortodoks Patrikliğinin merkezi olmasına rağmen aynı zamanda Katolik Kilisesi, Ermeni Apostolik Ortodoks Kilisesi, Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi, İskenderiye Kıpti Kilisesi ve Etiyopya Ortodoks Tewahedo Kilisesi tarafından da kullanılıyormuş.

Kutsal Kabir Kilisesi
Onlar da kendi aralarında kavga ediyorlar mı diye merak ediyorum. Evet ediyorlar. Herkes herkesle kavgalı bu şehirde. Sonra çıkıyor, bulduğumuz her delikten girip her sokağın başında şehre hayranlıkla bakıyoruz.
Kaybola kaybola, ziyaret saati biterse diye biraz da telaşlı Ağlama Duvarı’na ulaşıyoruz. Erkeklere ayrılmış kısma göre küçük bir alanda, duvara yanaşarak dua edip geri geri uzaklaşan kadınlarla biraz vakit geçiriyoruz.

Ağlama Duvarı – Kadınlar Kısmı
Sonra Mescid-i Aksa’nın kapısına doğru ilerliyoruz, içeri giremeyeceğimizin farkındayım. Müslüman olmanız ve uygun kıyafet giymeniz gerekiyor. Kapanıp, Türk pasaportunuzu gösterip birkaç da dua okursanız girebilirsiniz. Ürdünlü muhafızlar bizi daha sokağın başından kışkışlıyorlar.

Ağlama Duvarı ve Mescid-i Aksa
Sonra Müslüman mahallesinde iftar vakti oluyor. Etrafta o kadar çok silahlı asker var ki, insan biraz geriliyor.

İftar Öncesi Sokaklar
Ancak bizden başka kimsenin umurunda değil gibi. Turist de azalıyor, düzen de. Mahmutpaşa’dayız işte, bildiğimiz tanıdığımız Orta Doğu. Birer falafel dürüm alıp otobüse gidiyoruz. Şimdi askerliğini yapan bir yığın üniformalı ve son model kulaklıklı gençle Tel Aviv’e döneceğiz. Akşam vegan bir Gürcü restoranında, biri Kibutzlarda büyümüş, diğeri Almanya’dan taşınmış gay bir çiftle şaraplarımızı yudumlayacağız. Onlar bisikletlerine binip rengârenk kafelerle dolu geniş sokaklardan geçerek evlerine gidecekler. Biz deniz kenarında biraz yürüdükten sonra uyuyacağız ve ertesi sabah kalkıp sanki peygamberler başka bir evrende kalmış, yolda kontrol noktaları görmemişiz ve ülkedeki tek duvar Ağlama Duvarı’ymış gibi plajda güneşleneceğiz. Sanki dünyanın bütün dinleri, kavgaları ve savaşları Kudüs’e sıkışmış da Tel Aviv tamamen bağımsızlığını ilan etmiş gibi…
1
Bir Cevap Yazın