Gece
Jökulsárlón Gölü yakınındaki pansiyonumuza ulaştığımızda hava kararmıştı. İzlanda’ya indikten sonra Rejkavik’ten buzullara kadar iki gün süren yolculuğumuz sırasında, beş dakikada bir “Şuraya bak! Buraya bak!” diye çığlık atmış,

Güney İzlanda- gökkuşağı
milyon fotoğraf çekmiş, herhalde 100 civarı şelale görmüş,

Skogafoss Şelalesi – İzlanda
başı boş gezen koyunlarla konuşmaya çalışmış, siyah kumsala, kayalara, okyanusa bakmış,

Black Beach – Vik
ciğerlerimizi temiz havayla, su şişelerimizi nehirden akan suyla doldurmuş, yanardağları saygıyla selamlamış ve tabii ki garip yosunlu kayaların üzerinde koşarken elflere ve hobbitlere el sallamıştık.

Ceyda ve İzlanda bitki örtüsü
Bir de eski bir uçak enkazı üzerinde fotoğraf çekmeye çalışan turistlere garip garip bakmıştık.

İzlanda C-47 uçak enkazı
Yorgun ve mutluyduk. Karnımızı o çevrede bulduğumuz en ucuz (tek) yemekle doyurduktan, yani 1 tabak sebze çorbası ve 1 porsiyon tavuğa 35’er euro bayıldıktan sonra, İzlanda’da havanın açık olduğu geceler ne yapılırsa onu yaptık. Kuzey ışıkları avına çıktık.
Hiç bu kadar çok yıldız gördüm mü bilmiyorum. Ben ağzım açık gökyüzüne bakarken arkadaşım “Gel Jökulsárlón Gölü’ne gidelim, oradan çok güzel fotoğraf çekiliyormuş” dedi. Ben dünden razıyım zaten, buz gölünü görmek için sabaha kadar nasıl bekleyeceğim diye düşünüp duruyordum. Neyse bindik arabaya. Yollar çok ıssız. Biz de “Acaba bu dağ başında tek başımıza mı olacağız?” diye hem zevk hem hafif bir ürperti içindeyiz. “Tam korku filmi” gibi falan diyorum arkadaşıma. O da “Acaba gölü bulabilecek miyiz?” diyor. Çünkü bu bulutsuz gecede kuzey ışıklarının en çok fotoğraflandığı yere gelmeyi sadece ikimiz akıl etmiş olabiliriz, değil mi? Göle yaklaşınca bizden başka en az 100 aracın daha park etmiş olduğunu görüyoruz. Her geçen arabanın farlarına kötü kötü bakışlar atılıyorlar. (Bunu görmüyoruz ama hissediyoruz.) Ne de olsa yıldızlar ve kuzey ışıkları dışındaki her şey düşmanımız. Farları kapatıyoruz. Ve işte karşımızda! Sanki yerden gökyüzüne aydınlatma yapmışlar gibi aralıklı yeşil bulutlar var. Biz yine çığlık atıp apar polarlarımızı, montlarımızı, eldivenlerimizi, atkılarımızı, şapkalarımızı, battaniyemizi, artık ne bulursak üzerimize geçiriyoruz. Her arabadan iniş 10 dakika sürüyor zaten. Bu arada o kadar karanlık ki gölün dibinde olduğumuzu bile tam anlayamıyoruz. Tam karşımızda bir tepe var, ne yapalım, biz de bu dik tepeyi düşe kalka koşar adımlarla tırmanıyoruz. Önünüzü görmek için en ufak bir ışık açtığınızda etraftakilerin sizi sessizce öldürebilme imkanı mevcut. Milyon yıldız ve kuzey ışıkları… Kalbim duracak gibi geliyor. Soğuktan da olabilir. Ara ara bir gürültü kopuyor. Arkadaşım “Buzul parçaları okyanusa karıştığı zaman böyle gürültü çıkıyormuş” diyor. Hemen arkamız okyanusmuş, o karanlıkta bunun da farkında değilim ben. Bir de dalga sesi var. Rüya gibi. Hayatımın en mutlu anlarından biri. Ama 3 sorun var. Birincisi soğuk, ikincisi gerçekten çok soğuk, üçüncüsü de kuzey ışıkları fotoğraflarda gördüğümüz gibi değil. Hatta ben acaba yerden aydınlatma mı yapmışlar diye düşünüyorum ciddi ciddi. Bütün gökyüzünü kaplaması gerekiyor bizim bildiğimiz. “Daha saat erken o yüzdendir” diyorum. Fotoğraf çekmeyi bile denemeden arabada oturup beklemeye başlıyoruz. (Evet bir tane bile fotoğraf yok!) Bekliyoruz, bekliyoruz, bekliyoruz ve yavaş yavaş ışıklar yok olmaya başlıyor. İnsanlar da arabalarına dönüyorlar. Ben “Ne kadar da sabırsızlar daha asıl gösteri başlamadı ki” diye bilmiş bilmiş konuşuyorum. Biz 1-2 saat daha arabada oturuyoruz ancak o gösteri İzlanda seyahatimiz boyunca başlamıyor.
Gündüz
Ertesi gün sabahtan göl kenarına gittik.

Jökulsarlon Gölü
Bir önceki gece tırmandığımız tepeyi gördük ve yaptığımız hareketin saçmalığının bir alkışı hak ettiğini düşündük. Tepenin sağından veya solundan geçebilirmişiz. Ayrıca göl tahminimizden çok daha büyükmüş. Sonra o duyduğumuz sesler buzul parçalarının okyanusa karışma sesleri değilmiş, arabaların arkamızdaki köprüden geçerken çıkardıkları seslermiş. Bunu keşke hiç fark etmeseydik. Bu düşünceleri bir kenara bırakıp buz gölünün dinginliğini içimize çektik. Arada fok balıkları kafalarını çıkartıp selam veriyorlardı. Ben heyecanlanıp bir tanesinin yanına koşunca korkup kaçtı. Kimseyle göz göze gelmemeye çalışarak bir kenara oturdum. Burası buzullar gibi yavaş hareket etme yeri. Kendinizi bırakmanız, sakinliği kucaklamanız gerek. Kafamdaki gürültüyü uzun zamandır ilk defa bu kadar net duyabiliyordum. Gereksiz gürültü. Onu susturup anın tadına varmak için büyük çaba sarf etmem gerekmesine kızdım. Huzura o kadar yakındım ki… Derken etraftan bağrışlar geldi. Büyük, beyaz bir buz kütlesi döndü ve altından cam mavisi kısmı belirdi. Bu dev bir gürültüye ve diğer yüzen buzul parçalarında da hareketlenmesine neden oldu. Biz de hep beraber böyle bir ana tanık olduğumuz için heyecanlandık, kalbimiz küt küt attı.

Jökulsarlon Gölü ve kaplumbağa şeklindeki buzul
Sonra yeniden herkes kendi köşesine çekildi.
Ve yeniden içe dönüş.
Derken gelinliğiyle beliren Çinli.

Jökulsarlon Gölü’nde Çinli gelin
Meğerse burada düğün fotoğrafı çektirmek çok modaymış. “Üşümüyor mu acaba?” diye düşünmeye başlayınca ortamın romantikliği de bozuldu. Biz de kalkıp tekne turuna kakıldık.

Jökulsarlon Gölü’nde gezi araçları
Bu tekneler hem karada hem suda gidiyor. Tur rehberimiz sordu: “Sizce bu göl kaç yıllık?” Her kafadan bir ses: “1 milyon! 300 bin! 3 bin!” “E yok mu arttıran?” Güldü ve “80 yıllık” dedi. Herkeste bir şaşkınlık. Küresel ısınmanın korkunçluğu işte ancak o anda beynime vurdu. Parkta birkaç senedir çalışan insanlar bile buzullarının ne kadar çabuk eridiğine tanık olmuşlar. İnsan ister istemez korkuyor. Tekne turundan sonra sahile yürüyüp okyanus kokusunu içimize çekerek buz parçacıklarını izledik. Sonra da saatlerce sürecek yağmur başlamadan arabaya binip gölden ayrıldık.

Denize ulaşan buzullar – İzlanda
Nasıl gidilir? Nasıl gezilir? İlk önce Rejkavik’e ulaşmak gerekiyor. Biz Luftansa’yla uçtuk, direkt uçuş yok. Jökulsárlón gölüne gitmek ve genel olarak ülkeyi dolaşmak için araba kiralamak en iyi çözüm. Değilse turla gezmek durumundasınız.
Nerede kalınır? Park etrafında çok fazla tesis olmadığından önceden rezervasyon yapmakta fayda var. Biz Hof köyünün Hof 1 pansiyonunda kaldık. Bilin bakalım adresi ne? Hof 1. Köy dediğimiz zaten 3 ev ve 10 bin koyun. İki oda bir tuvalet paylaşıyordu, internet sadece resepsiyonda çekiyordu ve yemekler çok pahalıydı ama bulabildiğimiz en iyi seçenek de buydu.
Ne yenir? Gölün yakınındaki Skaftafell Milli Parkı’nda sandviç ve çorba bulabilirsiniz. Ekmek, peynir, kraker gibi ürünler de satılıyor ancak ekmeklerin üzerinde “Bayatlamasın diye dondurulduğu için son kullanma tarihini dikkate almayınız” yazıyordu. Göl kenarında da bir şeyler atıştırmak mümkün. Benzinci gördüğünüzde de içeri dalıp olabildiğince uygun fiyata karnınızı doyurabilirsiniz.
Gölde çekilen filmler: Bir Cinayete Bakış (James Bond)l, Başka Gün Öl (James Bond), Batman Başlıyor, Lara Croft: Tomb Raider
Şimdiden iyi yolculuklar! Yol arkadaşım Ceyda’ya da selamlar o/
1
Ceyda’dan da selamlar, bayılıyorum özellikle İzlanda’daki mallık yaptığımız anlara