Aşırı sıcak, 1000 senelik her tarafı boyalı bir otobüsteyiz. En arkadayız. Şoför hep ters şeritten korna çalarak gitme konusunda ısrarcı. Arada ani frenler yapıyor ya da şerit değiştiriyor, biz de heyecan yaşıyoruz. Her şey eski ama elbette olmazsa olmaz LCD ekran mevcut, dımdırı dımdırı klip oynuyor. Sahil, plaj, evler, insalar ve tropik yeşil akıyor pencereden. İnsanın ara ara içi geçiyor, sonra kendine geliyor.
İşte böyle giderken bir bakıyorum 3 palmiyenin arasında, palmiye gövdesi renginde şirin mi şirin bir dinozor karnını doyuruyor. Hızla uzaklaşıyoruz.
2 gün sonra akşam yemeğinde arkadaşıma “Sana bir şey itiraf etmem gerek” diyorum. Hafif panikle bana bakıyor. “Ben dinozor gördüm”. “Neden bana göstermedin?” diye soruyor ciddi bir şekilde. “Çok hızlı geçtik, vakit olmadı” diyorum. “Bundan sonra lütfen söyle!”
Arada söylüyorum ama her zaman değil. Dil çıkaran ağaçlar, yumruk atan kayalar, bilge suratlı bulutlar görüyorum. Hiç bitmiyor. Tam bir masal diyarı. İşin garibi bir de bok atıyorum ülkeye.
– Ben gelmeden önce burayı bir filmdeki gibi hayal etmiştim, neden bilmiyorum
– Hangi film
– Unuttum…
Robin Williams’ın intihar haberleriyle hatırlıyorum. Jumanji. Bir ülke daha ne kadar Jumanji olabilir acaba? (Yoksa Narnia mıydı benim film?)
“Başına güneş geçmiş senin” diyeceksiniz. “Yorgunluktandır” diyeceksiniz. Olabilir. Kaybolduğumuzda, tozdan rengimiz değiştiğinde, sıcaktan beynimiz eridiğinde, dolandırıldığımızda durup hep “Neden Sri Lanka?” diyerek güldük. İkimize de bu soru çok sorulmuş çünkü gelmeden önce. Birçok kişiye gitmesi anlamsız bir yer gibi geliyor demek ki.
Neden mi? Çünkü insanın yaşadığı dünyadan bambaşka bir yere gitmesi algısını darma dağan ediyor, duyu organları ters takla atıyor, beyne gelen sakin sinyaller halay çekerek yerleşiyor. Hem zaman çok hızlı geçiyor, hem de bir gün öncesi bir ay öncesi gibi geliyor. Yaşam katlandıkça katlanıyor.
Ya da ben deliyim?
Kandy Diş Festivali için burayı tıklıyoruz.
Sri Lanka rotası fikri için de burayı.
Layk!