Bazen, özellikle sabah uyandığımda, uzun yolda olma halini çok özlüyorum. Gözlerimi her gün başka bir odada açmayı, dışarıda keşfedilecek yepyeni bir hayat olduğunu bilmeyi, sadece kendimi dinleyerek yaşamayı… En çok tamamen yalnız olduğum zamanları arıyorum. Halbuki en güzel, en eğlendiğim anlar başkalarıyla paylaştıklarımdı. Ancak yalnızken kafam günlük sorunların çok uzağında bir yerlerde, başka bir evrende düşünüp tasalanıyordu ya, ben bunu çok seviyordum. Bir insanın gözlerinin içine bakıp ona güvenip güvenmemeye karar vermem gerektiğinde, tek başıma oturduğum sahilde tüm dünya önümde eğilmiş gibi hissederek su buharını içime çektiğimde, trenin penceresinden görüntülerin akışını izlediğimde, yanımdan geçen bir teyze nedensiz yere gülümseyip selam verdiğinde veya yepyeni bir tat keşfettiğimde nefes almamın bir anlamı varmış gibi geliyordu.
Uzun Yol Üstüne Romantizm
Aslında düşününce yorgun, korkak, yalnız ve tasalı olduğum anlar normal bir günden çok daha fazlaydı. Kahkaha attığım ve çok eğlendiğim anlarsa daha az… Ancak toplamında hissettiğim huzur ve içime dolan yaşamı yeniden bulmakta çok zorluk çekiyorum. Bir gidenin hep gitmek istemesinin nedeni de bu olmalı… Böyle garip bir bağımlılık.
Bir Cevap Yazın