Bir aksilik çıkmazsa gelecek ay bu vakitlerde Venedik’te olacağım. Daha önceki yazılarımı okuyanlar bilirler 6 ay orada yaşamışlığım var. Uzuun zaman önce. Yıl 2004-2005. Şimdi size birkaç itirafta bulunacağım…
Ben Venedik’teyken birkaç büyük sergi ve kilise dışında hiç müzeye gitmedim. Venedik’in çevresindeki adalara; Murana ve Burano’ya gitmedim. Hemen dibindeki Romeo ve Juliet şehri Verona’ya gitmedim. Öğrencilerin akın ettiği Padova’ya gitmedim. Ufuk çizgisini görebildiğim bir terastan ve Venedik’in büyülü sokaklarından bir adım dışarı çıkmak istemedim. Kıpırdamadım. Ben ki “gezmek de gezmek” diye tutturuyorum, manyak manyak yazılar yazıyorum; sanki tatlı bir rüyanın içine girmişim gibi uyanmak istemedim. Şanssızlık bu ya, yakınlarımın hepsi zor zamanlar geçiriyordu. Sevgilim uzaklarda babasının kanseriyle cebelleşiyordu… Bense kahve, yemek kokuları ve bangır bangır çalan Leonard Cohen eşliğinde; daha yeni tanıştığım ama birden her şeyim haline gelen bir grup insana sarılmış oturuyordum. Konuşup… konuşup… konuşup… susmuştuk. Öyle bangır bangır eğlenceler düşünmeyin. Partiler, deli gibi tüketilen şaraplar, kahkahalar ve güneşin altında piknikler oluyordu elbette. Ancak yağmur, çamur ve fırtına eşliğinde melankolinin dibine vurduğumuz günlerin sayısı kesinlikle daha fazlaydı. Ve bunda garip bir huzur buluyorduk. Bir daha asla bulamadığım bir huzur. Sanki bütün duygularımız ortada dolanıyordu ve birbirimizi anlayabiliyorduk. Üzüntüler serbestçe dolaşıyor ve paylaşılıyordu. Kim kime ne zaman el uzatması gerektiğini, ne zaman çekilmesi gerektiğini biliyordu. Şimdi düşünüyorum da galiba hayatımda ilk ve son defa yalnızlık duygum kaybolmuştu. Geceleri bekleyen gemilere bakıyordum ve onların nereye gittiklerini merak etmiyordum. Saatlerce bir meydanda taşa oturup insanları izliyordum ve insanları merak etmiyordum. Her şey fazla güzeldi ve içime çektiğim nefesten başka bir şey düşünemiyordum.
Ne bencil, ne iğrenç insanmışsın demeyin, bedelini ağır ödedim. Ve halen ödüyorum. Şimdi nasıl hissedeceğimi merak ediyorum. Hiç ayrılmamışım gibi mi, yoksa çok değişmişim gibi mi? Bir yandan da düşünmeden edemiyorum; gezmeyi seven birçok insanın aksine, benim içimdeki merak belki de sadece bir huzur arayışı. Bulsam kıpırdamak istemeyeceğim… Belki… Belki de en başından Venedik’in bir parantez olduğunu bildiğim için parmağımı oynatmak istemedim. Belki orası benim hayatım olsaydı, oradan da kaçma planları yapardım.
Zaman zaman Lido sahilinden topladığım deniz kabuklarını kulağıma götürüp dinliyorum. Halen su sesi gelmesine şaşırıyorum…
Bir Cevap Yazın