Kitap kokuları hakkındaki romantik yazımdan sonra bir adet kindle hediye edildi bana. Uzun zamandır istiyordum aslında ama yolculuklarım için. Ben yine kağıt hışırtısından vazgeçmem diyordum. Şimdi o kadar emin değilim. Yeni bir oyuncak edinmiş olmanın gazı da olabilir bu ama kendisini pek çok sevdim. Bilmediğim bir kelimenin üzerine gelince hemen anlamı çıkıyor bir de. Yabancı dilde okumak için muhteşem. Zaten Amazon.com’dan pek Türkçe kitap elde etmek mümkün değil. Hışırtıya devam bu durumda, merak etmeyelim. İçimdeki büzüşmüş romantiği de öldürmeyeceğim.
Neyse arkadaşımın eskisi bu. İçinde indirdiği kitaplar var. Bir tanesi de Paul Theroux’nun Ghost Train to the Eastern Bazaar isimli kitabı. Londra’dan Hindistan’a yaptığı bir tren yolculuğu. Aslında genç yaşta yaptığı bir yolculuğun olgunluk dönemindeki bir tekrarı. Yakın zamanda buna benzer bir planım olduğundan ilgimi çekti. Bir de Türkiye’den geçecek Paul abi ileri sayfalarda… Komik oluyor batılıların Türkiye serüvenleri. Sayfalar geçtikçe beni kızdırır mı bilemiyorum ama pek bir beklentim olmadan başladığım kitabın ilk cümlesi “Eveeet işte bu!” dedirtti bana. Ne zamandır düşünüyorum ama yeteneksizliğimden kelimelere vuramıyorum. İlk cümleyi tam, diğer söylediklerini serbest çeviriyle aktaracağım şimdi. Hazır olun 🙂
Yolcuların cesur olduklarını düşünürsünüz, ancak bizim suçlu sırrımız yolculuğun zaman geçirmek için dünyadaki en tembel yollardan biri olmasıdırYolcu en açgözlü romantik röntgencidir; bir yandan kendi yokluğuyla dikkati üzerine çekerken bir yandan da diğer insanların özel hayatlarının içine dalar. Her yolcunun iyi gizlediği bir köşesinde kibir ve yalan söyleme hastalığı bulunur.
Bir de seyahat edebiyatı konusu var tabii. Ona diyor ki Paul:
Evde oturup, insanlara kibar davranıp hayatla yüzleşmek çok daha zordur, ama bundan nasıl bir kitap olabilir ki?
Sonra ekliyor..
Ama merak var
Ve yolculuğun ona nasıl hissettirdiğini anlatıyor.
Bir halüsinasyon görmek ya da rüyanın içinde olmak gibi. “Gerçek insanlar” günlük hayat koşuşturmacasının içindeyken siz, tembel ve görünmez bir şekilde, bir hayalet gibi akıp gidiyorsunuz. “Mutlak yabancı” olma durumu
Bütün bunların hepsine katılıyorum. Mutlak yabancı olmayı seviyorum. Merak ediyorum. Kalmak gitmekten çok daha zor. Romantik röntgencinin önde gideniyim. İlk defa kendime “gezgin” tanımlamasını layık bile gördüm. Bu bir cesaret işi değil. Herkes üstüne alınmasın tabii. Ama bazıları da alınsın 🙂
0
Bir Cevap Yazın