1) Gainsbourg: La vie heroique (Kahramanca bir hayat)
Bu filmden başlamamın nedeni biraz önce izlemiş ve “Şimdi Paris’te olmak vardı” demiş olmam. Gainsbourg’u bilmeden Fransa anlaşılamaz bence. Kendisi bizim ülkemizde Bridget Bardot ve Jane Birkin’le beraber olmuş çirkin ve karizmatik adam olarak bilinir. Benim ilk Fransa’ya gittiğimde duyduğum anekdot ise 500 Frank‘ı canlı yayında yakması olmuştu. Fransızlar ya kendisine tapar ya nefret ederler. Ama herkesin bir fikri vardır. Filme gelecek olursak animasyon kullanıldığı için ayrıca hoşuma gitti. Gainsbourg’un “şeytan” kişiliğinin kendinden ayrılarak yanında dolanması da onu sempatik yapmış. Çok bencil, çok adi olmasına karşı sıra dışılığına ve başkaldırılarına hayranlık duymadan yapamıyorum. 1-2 parçasını da çok seviyorum.
2) Amelie
Bu film bir tane zaten. Bir daha, bir daha izlerim. Paris’teki yalnızlığı, aslında tüm büyük şehirlerdeki yalnızlığı ne güzel verir. Paris’in en güzel yerlerinde dolanıyor bir de bu Amelie, arkada da Yann Tiersen’in muhteşem müzikleri. Hayaller alemine dalmak için ideal. O seyahate çıkan bahçe cücesi de beni ayrıca etkilemişti. İzlememiş kimse kalmamıştır herhalde ama kaldıysa, lütfen izlesin.
3) Un Coeur en Hiver (Ayazda Bir Yürek)İlk Fransa’ya gittiğimde 20 kelimelik Frasızcamla izlemiştim bu filmi. Hiç sıkılmadan. Daniel Auteil çok karizmatik geliyor bana. Özellikle sesi ve konuşma biçimi. Paris ve aşk… Zaten o şehre tüm gitme isteği de bundan değil mi?
Krzysztof Kieslowski’nin Üç Renk serisinden. Filmlerin üçünü de izlemenizi şiddetle öneririm. Bu en intiharlık olanı. Bir de o müzikler iliğinize kadar işliyor ve Juliette Binoche inanılmaz bir performans sergiliyor.
5) Moulin Rouge
Biraz hareketlenelim, bileğimizi kesmeyelim. Müzikal filmlerden çok hoşlanmam aslında ama bu çok başarılı. Üniversitedeyken bunu milyon kez izleyip arkadaşlarımla isimleri değiştirmişliğimiz, evin ortasında bağıra çağıra şarkıları söylemişliğimiz var.
Woody Allen’ın kesinlikle en sevdiğim filmi değil. Yine de Paris’i anlatışı açısından buraya eklemezsek ayıp olur. Zamanda yolculuk ve rüyalar…
Paris sokaklarında ne güzel dolanıyorlar… Bir de şu parçayı pek çok seviyorum itiraf etmek gerekirse…
8) Le Diner de Cons (Aptallar Yemeği)
Alt yazı bulmakta zorlanmayacağınız, Fransızları anlamak için mükemmel bir film. Ana mekan yemek salonu. İlk Fransa’ya gittiğimde yabancı öğrenciler için akademik yazım/sunum dersi alıyordum. 4 ay boyunca bize iki şeyi öğretmeye çalıştılar. 1) Dilbigisiyle oynayarak kimsenin itiraz edemeyeceği cümleler kurma yolları – Bir şey demeden çok şey söyleme sanatı. 2) Kötü olmak, dalga geçmek, lafı yapıştırmak sizi zeki gösterir. Bu film de tam bunun üzerine.
9) Paris, Je t’aime (Paris Seni Seviyorum)
20 yönetmenin 5 dakikalık filmlerinden oluşuyor. Hepsini sevmiyoruz, kabul, ama gitmeden önce izliyoruz. Bir de itiraf; izlerken “Ayyy Parisss” dediğimi çok iyi hatırlıyorum ama aklımda pek bir şey de kalmamış.
10) La vie en Rose (Pembe Hayat)
Haydi Edith Piaf biyografisiyle bitirelim… Zaten alttaki parçayı bu sene doğum günü parçam yaptım. Hiçbir şeyden pişmaaan değiliiim Rien de rieeeen
yine bir entellik yapmak istiyorum: http://www.youtube.com/watch?v=XuCEBtCNFEM
aferin. bunu izlemedim. ama bir film vardı şimdi o aklıma takıldı. 3lü bir ilişki var. Paris'te geçen eski bir film. Çok güzel açıkladım. 2 en iyi arkadaş aynı kadına aşık. Neydiii?
yalan söylemişim. ben bunu izledim biraz, çok oluyor ama ve uyuyakalmıştım :S bir daha izleyeyim en iyisi