Ica’ya varır varmaz otobüsten kurtulmanın verdiği mutlulukla her turistin yaptığı gibi bir taksiye atlayıp 5km uzaklıktaki Huacachina’ya gittim. Huacachina vahanın tam tanımı. Çölün ortasında ufak bir göl ve çevresinde ağaçlar düşünün. Ya da düşünmeyin şu fotoğrafa bakıp googlelayın.
Çok etkileyici, çok huzurlu bir yer. Etrafında da kum tepeleri var. Elbette gölün çevresi otellerle dolmuş. Oda fiyatları yüksek olmasa da yemek içmek biraz pahalı…
İlk gün biraz sersemdim. Gece otobüs yolculuğu sabah Nazca uçuşu, sonra bir daha otobüs derken yerimde sallanıyordum. Biraz gölün kenarında yayıp güneşin batmasında yakın da kum tepelerine yürüdüm. Güneş ve rüzgarın ortak performansı kumun üstünde hipnotize edici bir gösteriye dönüşüyor. Bu arada Ica’dan gelen günübirlikçi gençler futbol oynamaya, bazı turistler ve çocuklar sandboard çalışmaya, romantik çiftler güneşin batışına hazırlanmaya başladı. Arada bir de “dune buggy” denen ve kum tepelerinde akrobatik hareketlerle gezinen araçlar göze çarpıyordu uzaklardan.
Huacachina’nın en büyük eğlencesi bu zaten. 2 saatlik turlara katılıp hem “dune buggy”lere biniyor hem de sandboard deniyorsunuz. Ben bu işi bir sonraki güne bırakırken sabah 6:30 için de Paracas – Islas Ballestas turu ayarladım.
Bu arada yola çıktığımdan beri Huacachina gibi büyülü azma mekanlarında İsrailli gençlere rastlıyorum. Ama 3-5 tane değil, bir kaç otel dolduracak kadar. 3 sene askerlikten sonra böyle uzaklara gelip deliriyorlar. Bir de çok Fransız vardı burada. Neyse Paracas’a dönelim.
Paracas Ica’ya 1 saat uzaklıkta ufak bir sahil kasabası. Pelikanlar ve kazık balık lokantaları karşılıyor sizi. (Aslında ilk planım Pisco’ya gidip oradan Paracas’a geçmekti ama Pisco için pek tekin değil dediler. Şehrin %80’inin yerle bir olduğu 2007 depreminden sonra kendine gelememiş.) Buradan fakirlerin Galapagos’u olarak tabir edilen Islas Ballestas’a doğru motorla yola çıkıyorsunuz. İlk önce yine Nazca çizgileri gibi gariplikler karşılıyor sizi. Sonra bin bir çeşit kuş, çok kötü bir koku (onca kuş ihtiyacını gideriyor tabii), penguenler
ve deniz aslanları…
Yaz aylarında daha güzel oluyormuş aslında. Neyse biz gördüğümüzle yetindik. Bu arada şapkanızı unutmayın, her an kafanızı bir “şans” düşebilir. Oh mis gibi de kokarsınız. Adaya sadece hayvanların üremesi ve korunması için çalışan insanlar ayak basabiliyor. Turistler uzaktan bakıyorlar. Bu da iyi bence. Gerçi motor da iyi kirletiyordur denizi ya neyse…
Ardından plajda serbest zaman verdiler bize. Kumsalda otururken 2 balıkçı bir pelikan beslemeye başladı. Amaçları benim fotoğraf çekmemi sağlamak ve para istemek. Çektim ben de. Yardımım olsun. Balık yokmuş pek bu aralar…
Sonra Huacachina’ya geri dönüş. 25 soles’e de dune buggy ve sandboard turu ayarladım. Güneş etkisini kaybetmeye başlayınca doluştuk şu araca.
Zaten tüm turlar aynı anda hareket ediyor. Kalabalık bir biçimde başladık tepeleri tırmanmaya. Benim kemere de 3 tane ben sığarız. Amanın nasıl bir olay bu! Sanki roller coaster yapıyoruz ama çölün ortasında uyduruk bir aracın içindeyiz. İnanılmaz eğlenceli. Tepeleri tırmanırken aşağı inişin ne kadar dik olacağını göremiyorsunuz. Kalbiniz çarpıyor. Sonra manyak gibi sağa sola kırıyor. Bazen biraz uçuyorsunuz. Çığlık çığlığa tabii herkes. Bizim şoför ekstra manyak çıktı. Diğer araçtakiler söylediler bunu. Değilse nereden bileyim. Bir kere de kaza yapıyorduk ama iyi fren yapıyormuş yokuş aşağı giderken bile bizim buggy. Bu işi Huacachina’da denemek isteyen arkadaşlara hatırlatma, hiçbir güvenlik önlemi alınmamış durumda ve sonradan öğrendiğime göre ölümcül kazalar da oluyormuş. Eh adrenalin de tavan yapıyor haliyle. Deli gibi kahkaha attım. Bir daha olsa yine yaparım kesinlikle. Neyse arada fotoğraf molası verdik, sonra da sandboardlar çıktı ortaya. Bizim şoför bir şey öğretmedi, ama ciddi ders de alabiliyorsunuz. Tepeler dik, ben de dahil olmak üzere çoğunluk sandboardun ayak kısmından tutunup göbek üstü yatarak kaydı. Böyle daha hızlı gidiyorsunuz bu arada. Hele en son kaydığımız yer ciddi yüksek ve dikti.
Bizim gruptaki kızlardan biri ne kadar hızlı gidiyor diye düşünürken Arequipa’da tanıştığım İngiliz aile yanaştı yanıma. Ufaklık panik halindeydi, haklı. Ben “Bismillah” deyip attım kendimi. Bazıları kenardan bir yerden iki kademeli inmeyi, bazıları yürümeyi, bazıları da araçla ilerlemeyi tercih etti. Aşağı inince benim hızlı kayıyor dediğim kızın 2 takla attığını öğrendim. Bu da pek tekin bir olay değil. Çoğu kişi bittiğine seviniyordu, ben üzüldüm. Yine çığlıklar içinde, her tarafımız kum döndük otele. Pek fotoğraf çekemedim, çekmeye çalışanların da makineleri sizlere ömür oldu kumdan.
Huacachina ufacık yer. Yürürken sağdan soldan bütün çalışanlar “Hey Turquia” diye muhabbete girmeye başladı. Adımı öğrenemiyorlar tabii. Meksika’da adamın biri bana Didi adını takmıştı. Kullanma vakti geldi belki de. Neyse baktım muhabbet vıcıklaşmaya başlıyor, gitme zamanımın geldiğine karar verdim. Ver elini Lima…
0
Bir Cevap Yazın