Sabahın bir köründe bindik halk otobüsüne. 2 katlı falan, görüntüde fena değil. Neyse yaklaşık 10 turist ve köylüler. Başladı yolculuk, 5 dakikada bir duruyoruz, dolmuş mübarek. 2. kattayım ben, yanımda ayakta yolcular var. Bu arada devamlı birileri yiyecek içecek bir şeyler satıyor. Uyumamak, çantalara iyi sarılmak gerek. Derken adamın biri bindi, kitap satıyormuş. Tam 45 dakika boyunca konuştu. Eskiden özellikle ada vapurlarında çok olurdu böyle muhabbetler. Ama burada kaçacak bir yer yok. MP3 çalar hayat kurtarıyor böyle durumlarda. Bu arada nasıl havasız, nefes alamıyoruz. Çok da viraj var. Sonradan öğrendim ki bu yol Peru’nun en tehlikeli yolu olarak kabul ediliyormuş 4500 metrelerde seyrettiği ve şoförü çok yorduğu için. Bir de yükseklik eklenince bizim içimiz dışımıza çıktı tabii… Kafam yine iyi olmuş biçimde indim otobüsten.
2400 metredeyiz bu arada. Deniz seviyesinden gelen adam biraz yorgun hissedebilir ama ben enerji doldum. Tatlı bir hostele yerleştim. Boşmuş. 10 dolara 4 kişilik, sıcak duşu ve bir yığın battaniyesi olan bir odada kaldım. Bu eski kolonyal binalardaki hosteller çok hoşuma gidiyor. Ortasında avlusu oluyor çünkü. Güneş de vurunca, insan keyiflenerek hamakta veya şezlongda bezebiliyor.
Arequipa’ya “beyaz şehir” diyorlar. Binalar beyaz bir volkan taşından yapılmış. Cusco’dayken Alplerde hissetmiştim, burada da sanki güney İtalya veya Yunanistan’ta bir kasabadayım gibi geldi. Güneşte yürürseniz ve güneş gözlüğü takmazsanız gözlerinizi açamıyorsunuz. Pek yağmur yağmıyormuş bu şehre zaten. Gökyüzü hep mavi. Güneşte hava 30, gölgede 15 derece. En iyisi sıkça karşıdan karşıya geçmek. Bu arada şehrin sevimliliğine aldanmayın. Meksiko gibi “kidnap express” taksileriyle ünlüymüş burası da. Sizi kaçırıp ATM kartınızla para çekmenizi istiyorlar. Günlük limit dolayısıyla da bazen birkaç gün tutabiliyorlar. Polisin de mafyayla çalıştığı bir ülkede güvenliğinizi kendiniz sağlamanız gerekiyor. Bir de üzerinize birisi tükürür, biri eşyasını düşürür veya sizi çağırırsa, durmayın. Sakince yürümeye devam edin… “Şştt yavrum” ve “Signorita”lara da kular asmayın sakın… Aman dikkat.
Şehrin en güzel tarafı deli gibi turist olmamasıydı. Bir de tepesi karlarla kaplı volkan manzarası var her yerden. İnsanın yaşadığı yerde ya uçsuz bucaksız deniz ya da karlı dağ zirveleri olmalı gerçekten.
Ulaşılamayacak bir yere bakmak insanı hayal alemine itiyor. Hem ne kadar küçük olduğunu hatırlatıyor hem de daha ileriye gitme azmi veriyor… Aslında Arequipa’ya gelenlerin asıl amacı Colca Kanyon’una gitmek oluyor genelde. 2 günlük sırf otobüs veya 3 günlük trekkingli geziler var bu dünyanın en derin kanyonuna. Ben bu turlardan çok sıkıldığım ve dağ tepe tırmanmaktan yorulduğum için katılmadım.
Bu şehirde yapılması gereken önemli 2 faaliyet var. Birincisi Santa Catalina Manastırına gitmek. Şehrin içinde şehir deniyor burası için. Öyle gerçekten. Kocaman, sokak sokak…
Rahibelerin iç dünyasına bir yolculuk. Çok güzel börek çörek yapıyorlarmış eskiden. Ben de orada kalsam ben de yaparım… Nasıl vakit geçer değilse? Kağıt bile oynamıyordur bunlar. Dua et, dua et, nereye kadar… Bir de her yerde acılar içinde İsa heykelleri/resimleri var. İçi kıyılır insanın…. Ama avlular çok güzel gerçekten. Özellikle mavi duvarlı kısımları çok hoşuma gitti. Biraz oturup tadını çıkarttım.
Öteki faaliyet ise Santuarios Andinos müzesine gitmek. Daha önceki yazılarımda bahsettiğim üzere İnkalar Tanrılara çocuk adıyorlarmuş. Çünkü o muhteşem karlı dağ tepesi her an patlamaya hazır olan bir volkan. Deprem de sık sık oluyor (Ben Arequipa’dan ayrıldıktan 2 gün sonra da 6 şiddetinde deprem oldu bu arada) Tanrıları mutlu etmek gerek ki böyle kızıp saçmalamasınlar. Ölüme giden çocukların da Tanrı mertebesine yükseleceğine inanılıyor. Onların da bu yüzden durumdan mutlu oldukları düşünülüyor. Meksika’da Mayaların oynadığı bir oyunu görmüştük. Kazanan Tanrılara kurban ediliyordu. Aynı mantık işte. Yine de ne kadar çok korkuyorlardır…
Neyse bu müze çocukların 6000 metre yükseklikte bulunuşları ve tahminlere göre İnka törenlerinin nasıl yapıldığı konusunda aydınlatıyor gelenleri. Şimdiki ekipmanla bile o yüksekliklere, o soğukta çıkmak bu kadar zor ve tehlikeliyken, tüm kabile ufacık çocuklarla 2-3 aylık yürüyüşlerin sonucunda nasıl tepelere varıyorlarmış anlamak çok zor. Neyse ki mor mısırdan yapılan bir İnka içkisiyle kafayı buluyorlarmış. Bir de koka yaprakları… Müzede ayrıca çocuklarla beraber bulunan diğer adaklar (çanak, çömlek, heykel, battaniye vesaire) da sergileniyor. Oraya giderseniz çocuklardan bir tanesini görme imkanınız var. Hangisi olduğu şansınıza. Eksi bilmem kaçlarda kalan ölü bedenler pek de bozulmamış. Ama bizim gördüğümüzün mezarı kırılıp düştüğü ve yüzü güneş gördüğü için gözleri yoktu mesela. Bu arada altın gümüş falan da koyuyorlarmış mezarlara. O yüzden bazılarının kafataslarında şimşek delikleri varmış… Neyse biraz korkunç bir deneyim. Fotoğraf çekmeye izin vermiyorlar. Ama o dönemin insanını o kadar çok kınamadım. En azından çocuk için de iyi olacağına dair inançları varmış.
İçinizi yeterince sıktıysam başka bir konuya geçelim. buraların en meşhur yemeği “ceviche”ye. Çiğ balık ve soğan, bol limonlu aşırı lezzetli soğuk bir çorbanın içinde yüzüyor. Muhteşem bir olay. Yazarken ağzım sulandı. Yarın öğlen yemeliyim. Tabii adı sanı duyulmuş yerlerde yerseniz daha iyi olur. Çünkü bir levrek boyutunda hayvanı löp löp indiriyorsunuz mideye… Ardından da pisco sour çekersiniz. Pisco üzümden yapılan bir likör. Sour olunca da içinde limon, üstünde de yumurtanın beyazı var. Bu adamların mutfak çok başarılı. Azıcık paraya kıydınız mı manyak tabaklar koyuyorlar önünüze. Para dediğim de 10-15 TL yanlış anlamayın… Değilse tavkçu var bol bol. Sebze çorbası – Tavuk – Pilav – Tatlı 5-8 TL arası bulmak mümkün.
Arequipa miskinlik için iyi bir durak… Kiliselere girip çıkıp meydanlarda pinekleyerek geçti geri kalan zamanım.
Hostelde İngiliz bir aileyle tanıştım. Öyle sanıyorum ki biri 13 biri 7 yaşlarında 2 çocukla 10 aydır dünya turu yapıyorlarmış. Hayran hayran baktım. “Okul” falan dedim. Matematik ve İngilizce derslerini kendileri veriyorlarmış. Başka bir şeye vaktimiz olmuyor dediler. “Yolda çok daha fazlasını öğrenmişlerdir” dedim. Güldüler. Sene de kaybetmeyeceklermiş. Bizim de eğitim sistemimiz böyle esneklik sağlayabilse keşke. Ne diyorum ben ya, sanki bütün diğer problemler çözülmüş gibi… Gün geçtikçe daha kötüye gitmiyormuş gibi… Her neyse politik konulara girmeyeyim… Otobüse bineyim. Yolculuk “Tanrıların Arabaları”na…
0
Bir Cevap Yazın