Yol anılarıma minik bir mola…
Son 2 haftadır sıklıkla uyandığımda nerede olduğumu bilemiyorum. Bir sabah İstanbul’dayım sanarak açtım gözlerimi. Sanırım rüyamda odamdaydım. Çevreme bakındım. Her şey yabancı gözüktü. Gerçeğe ulaşmam zaman aldı. Başka bir sabaha tamamen kaybolmuş halde başladım. Nerede olduğumu, ne yaptığımı bilemedim. Yattığım koltuğa dokunmam, sağa sola dönmem, bir müddet düşünmem gerekti.
Garip bir duygu. Benim gibi derin uyuyup sabah uyanamayan herkesin arada başına geliyordur sanırım. Benim için olağan sabahlar olmaya başladı bunlar. Seyyahlığa alışma süreci olduğuna karar verdim kendi kendime. Bir yatağımın olmamasına alışma…
Yola çıkmadan hemen önce bir arkadaşımın koltuğunda uyuklayarak duvardaki dünya haritasına bakarken “Bundan sonra her sabah başka bir yerde uyanacağım” demiş ve heyecanlanmıştım. Korku ve mutlulukla karışık bir heyecan…
Korkacak bir şey yokmuş aslında. Sabahları nerede olduğumu bilemediğim o saniyelerde sanki hayata yeniden başlıyormuş gibi hissediyorum. Her şey sıfırlanıyor. Garip, yalnız, tedirgin ama özgür sabahlar bunlar. Sonra kendime gelince rahatlıyorum. Kendime dönüş… O sabah uyandığım yerin “evim” olduğunu anlama.
Doğrusu bu durum ne kadar normal bilemediğimden ve bu anı sabahtan sabaha hatırlayıp sonra tamamen unuttuğumdan bahsetmemiştim kimseye. Sonra Jack Kerouac’ın “Yolda” kitabında şu cümlelere rastladım.
“… Güneş kızarmaya başlarken uyandım. Bu, hayatımın en değişik, en
garip anıydı: kim olduğumu bilmiyordum, evimden uzakta ve yol
yorgunuydum, daha önce görmediğim ucuz bir otel odasında
yatıyordum. Dışardaki buharın ıslığını, otelin eski tahtalarının
gıcırtısını, yukarı kattaki ayak seslerim, bütün kederli gürültüleri
işitiyordum. Çatlamış yüksek tavana baktım. Yaklaşık on beş saniye
kim olduğumu hatırlayamadım. Korkmuyordum, sadece başka
biriydim, bir yabancı. Ve tüm hayatım hayaletlere, ruhlara aitti.“
İşte hayalle gerçek arası belirsiz bir çizgide geçirdiğim o “on beş saniye”ler yolda olma durumunu en samimi şekilde özetliyor. O anlarda kendimi bile kandıramıyorum. Günlük dertlerden öte bir yerde “Ben kimim?” karmaşasına düşmek; dünyadaki en zor, en önemli, en gizemli sorulardan birini bu kadar saf bir şekilde sorabilmek hayata da farklı bakmaya neden oluyor.
Arkadaşlarımın yanına geldim, dinlendim de böyle filozof filozof konuşuyorum. Değilse genelde bir günümü planlamakla (kalacak yer, yiyecek, ulaşım, para, yapılacak, edilecek) veya seyrine bırakmakla meşgul oluyorum. Primitif ama insanı içine çeken, alışkanlık yapan, hayatta hissettiren bir mola yolda olma… Keşke “mola” yerine “yaşam” kelimesini koyabilsem… Kim bilir?
Uyku vakti, yarın da beyzbol ve bira…
Bir Cevap Yazın