Bangkok – Chaing Mai tren yolculuğum son derece olaysız geçti. Sabah kahve ve kek, öğlen de yemek verdiklerini görünce ayrı bir sevinç doldum. Ben Kamboçya alışkanlığı torba torba yemişle binmiştim halbuki. Beni çok umutlandırdıkları için akşam yemeği de bekledim sadece, vermediler… Bozuldum biraz… Sabah 8:30, akşam 21:00 arası süregelen seyahatin hava kararmadan önceki son 2-3 saati çok güzeldi bu arada. Her iki tarafınızdan ağaçlar trene sürtünürken dolambaçlı yollardan ilerliyorsunuz. Yalnız çok yanlış bir mevsimde buraya geldiğimi fark ettim. Ölü sezonmuş zaten. Etraf çok kuru… Yine çok güzel de, normalde kimbilir nasıldır diyor insan. Bir de Alman bir adamın hayatını değiştirmiş olabilirim. Yolculuğun ilk 5 saatinde birlikteydik. Dünya turu muhabetleri yaparken, kendisi yazar/editör olduğunu söyledi. Sonra yavaş yavaş yollara düşüp de çalışabileceği fikri aklına yatmaya başladı. Heyecanlandı çokça, gözlerinde ışıklar saçılmaya başladı. Almanya’da Alman var mı bu arada merak ediyorum. Sanki hepsi burada gibiler. Neyse Indiana Jones şapkasını kafasına takıp indi gitti. İsmini bile sormamışım. Birileriyle saatlerce muhabbet edip adlarını sormayabiliyorum…Chiang Mai ilk görüşte beni hayal kırıklığına uğrattı. Nedense böyle yeşil, köy kıvamında bir yer bekliyormuşum. (Bilenler için aklımda Pokhara cinsi bir yer vardı) Kocaman şehir. Yerleştim otelime. İlk iki gün çok yakın göl gölet tapınak tapınak tapınak şeklinde geçti.
Bundan sonra nereye gideceğime dair kararsızlık evreleri de çok zamanımı aldı. Yolculuğun sonlarına doğru bu huyumdan kurtulmuş olmayı diliyorum. Arada kaldığım yerlerin de birbiriyle hiç alakası yok… Güneydeki adalar mı yoksa Laos’un çok görmek istediğim şehri Luang Prabang mı? Mesele çok az günüm olması ve uçak olayının devreye girmesi… Neyse hala bir biletim yok, her an her şey olabilir…
Chiang Mai maceralarıma dönecek olursak. Biraz manyak bir yer. Her köşesinden Budizim akarken “Transeksüel Güzellik Kraliçesi” yarışmasına denk gelebiliyorsunuz şehrin ortasında. Burası bizim sahil yörelerini hatırlatıyor bana bazı bazı. Hani yazlıkçılar inerler ya şehre çoluk çocuk, ağızlarında ay çekirdekleri falan. İşte o topluluk burada transeksülleri ve Drag Queen gösterilerini izliyor. Hoşuma gitti bu durum.
Bugün de acı çekmiş fillerin yaşadığı bir kampa gittim. Şuradan bakıp bilgilenebilirsiniz. www.elephantnaturepark.org
Burada da halk bizdeki gibi çok duyarsız doğaya karşı. Devamlı “yanlışlıkla” orman yangını çıkıyormuş mesela, hep tarla oluyormuş o alanlar. Tanıdık geldi mi? Bizim fil kampını kuran kadın buna bir çözüm bulmuş. Ağaçlara Budist rahipler tarafından kutsanmış turuncu kumaş parçaları bağlamışlar. İnsanlar bu ağaçları keserlerse başlarına bin bir felaket geleceğine inanıyorlar. O yüzden dokunmuyorlar. Biz de okunmuş üflenmiş muska mı koysak acaba? Fillere gelince… Fillerin eğitilme olayı felaketmiş bu ülkede. Hiç bilmiyordum. Bir film gösterdiler, gözlerim doldu. Bir kafese kapatıp, filin ruhunu kendilerine teslim etmesini sağlamaya çalışıyorlar. Ormandaki filler için yasa olsa da evcil fillerin bakımı için doğru düzgün bir yaptırım olmadığından, filleri ayı oynatır gibi oynatıyorlarmış şehirlerde falan. Ben rastlamadım henüz. Bu trekking sırasında insan taşımaları falan da pek iyi değil tabii ama bu işi yapmazlarsa da hem onlar ölecek, hem de köylüler işsiz kalacak. Çünkü manyak gibi yiyorlar ve çok masraflılar (Kilolarının yüzde %10’u kadar yiyip günde 18 saatlerini çiğneyerek geçiriyorlar). İşte bu kampta fillerin sevgiyle eğitilebilecekleri ispatlanmaya çalışılıyor. Ama çok masraflı bir iş dediğim gibi. Tüm filler böyle zor kurtarılır.
Neyse bugünün çoğunu filleri besleyip yıkanma seanslarına katılarak geçirdik.
Bir fil vardı beslediğim, kör. Bir tepede yavrulamış, bebeği aşağı düşmüş ve ölmüş. Ondan sonra çalışmayı reddetmiş. Öyle olunca da sahibi hayvana işkence yapmaya başlamış. Bizim fil de geçirmiş herife bir tane, ceza olarak gözlerini kaybetmiş. Sonra bu kadın almış onu. Mutlu şimdi. O kadar tatlı ve sakin gözüküyorlar ki hepsi… Ve kendi ailelerini oluşturmuşlar. Grup halinde gezip, kendilerinin olmadığı halde bebekleri koruyorlar. Bir ara bunlar çamur banyosu yapıyorlardı yalnız, biz de kenarda oturmuş izliyorduk. Birden bebek ve annesi bizim tarafa doğru yürümeye başlayınca insanların koşuşturarak kaçışlarını görmeliydiniz. İnsan tırsıyor kocaman hayvan valla… Ben de yıkanma işlemi sırasında bir tanesi üstüme doğru adım atınca irkildim ne yalan söyleyeyim. Ama hepsinin bir bakıcı abisi var, güvenli olabildiğince. Zaten insanlarla iletişim kurmak istemeyenlerin yanına yaklaştırmıyorlar.
Akşam da burada ışık festivali varmış. Bir Budist bayramı. Bu adamların bayramları da çok güzel yahu. İlk önce dualar meditasyonlar falan oldu.
Ben de katıldım, uyuyordum az kalsın. Sonra herkes ayinin yapıldığı yerin etrafında mumlar ve tütsülerle döndü 3 kere. Bu anı da beynime kazıdım. İçimde tuhaf bir heyecan oldu izlerken. Mumlarla aydınlatılmış suratlar akıp gidiyor önünüzden, ama yavaş ve huzurlu bir şekilde. Ve insanın kalbinde bir yerlere dokunan bir dua okunuyor… Sonra da tapınağın bahçesinde yakabildikleri kadar mum yaktılar bizim rahipler.
O kadar çok oldu ki, turuncu kıyafetleriyle mumların arasında gezinirken sanki sevecen, yumuşak bir ateşin içinde yürüyor gibi gözükmeye başladılar. Ardından da bahçeye çöküp törene devam ettiler. Ben bu arada fotoğraf çekmeye uğraşıyordum, sonra vazgeçtim. Turistler arası foto yarışı olayın tüm güzelliğini bozuyordu…
Derken gökyüzünde ışıklar belirmeye başladı. Baktım yan tapınaktan dilek balonları bırakılıyor. Ateşle havalanıyorlar. Hani şu bizim düğünlerde de oluyor bazı bazı. Ben de oraya doğru ilerledim. Tam bir panayır alanı. Havaya devamlı yeni bir dilek balonu uçuyor. Bir tanesi yalpaladı bayağı. Bir de bilmem kaç yıllık tapınağın üstünden geçip gidiyorlar. Biraz tehlikeli gözüktü gözüme. Çok kalabalık ve insanlar havaya ateş topları atıyorlar… İşte ben tam bu düşünceler içerisindeyken balonun bir tanesi tapınağın tepesine takılıp yanmaya başladı. Çok kötü karma oldu valla o balonu yollayanlar için. Sonra da yanan parçalardan biri insanların üstüne doğru düşmeye başladı. Çığlık ve panik anı yaşadık. Neyse ki tapınağın başka bir ucuna takılıp orada uzun uzun yandı.
Ya keşke baksaydım kimdi şu balonu yollayanlar. Kendileriyle aynı ulaşım aracında olmamaya dikkat etmeliyim.
Bir Cevap Yazın