Bu otobüs anılarım bir yerden sonra sıkmaya başlayacak ama yine de anlatmadan geçemeyeceğim. İlk önce bir gün geriye dönüp bilet alırken kadınla yaptığım konuşmayı aktarmak istiyorum
-Ben Bangkok’a gideceğim. Oraya kadar bilet satıyor musunuz yoksa sınıra kadar mı almalıyım?
-Satıyoruz
-Tayland’a gelince minibüs mü yoksa otobüs mü yine?
-Otobüs tabii ki
-Emin misiniz?
-Evet evet otobüs firmasından kesiliyor biletiniz, merak etmeyin
-Hıı iyi o zaman
Evet böyle bir muhabbetimiz olmuştu. Biraz da ekstra kazıklandım kaldığım otelden aldığım için. 1 günde bütün turistik aktiviteleri bitirmek istediğimden, şehirde ajans ajans dolanmaya üşendim. Neyse…
Gittim sabahın bir köründe otobüse. En önden yer vermişler. Nasıl bir soğuk size anlatamam. Hayatımda bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum. Her zamanki gibi klimaların kısılması gibi bir durum da söz konusu değil. Otobüsteki tek yabancı benim. Bu molalar falan komik oluyor. Hiçbir şey anlamıyorum. Birden paldır küldür herkes inip yemeğe ve tuvalete koşuyor. 90 dakikada bir de duruyor adam, neden bu kadar koşuşturuyorlar anlamak mümkün değil. Bu Kamboçyalıların yemekle ilişkileri çok acayip zaten. Belki zamanında çok yokluk çektikleri için… Bilmiyorum. Ama bizden beterler, yanlarında devamlı dünya kadar yemek taşıyor, her durdukları yerde de malı götürüyorlar. Sonra da haliyle tuvalete koşmaları gerekiyor…
Battambang’da İsviçreli bir kız bindi. Biraz rahatladım nitekim sınır kısmında beni neler beklediğini kestiremiyordum. Gerçi kız çok kaybolmuş gözlerle etrafına bakıyordu, benim ona ablalık etmem gerekti. Ve nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde her şey tıkır tıkır yürüdü. Otobüsten inip salak salak etrafa bakarken bir adam yanımıza geldi. “Sizinle geleceğim ben, rahat olun” dedi. Sonra ortadan kayboldu. Biz sınırı geçtik, yürürken başka bir adam geldi, “Şurada durun bekleyin beni” dedi. Yani o kalabalığın içinde birileri gelip sizi buluyor ve yönlendiriyor.
Birkaç turistle bizi minicik bir minibüse tıkıştırdılar tabii ki. İlk başta duruma güldüm ama binince komik gelmedi. Kıpırdamıyorum oturduğum yerde. Kafam neredeyse tavana değiyor. Ön sıra tamamen valizlerle falan dolu, birden nefesim kesilir gibi oldu. Sonra müziğimi koydum, gözlerimi kapadım, Leonard Cohen sağolsun, sakinleştim. Bu arada binmeden önce yolculardan biri “Ben kesin kusarım bununla gidersek” demişti. Kusmadı, yanındaki kustu. Zaten nefes alamıyoruz. Felaket yani. Şöförü de durması için zor ikna ettik. Hep beraber çocukla ilgilenmeye başladık. Bu durum bizi kaynaştırdı. Yolun devamı sohbetle daha iyi geçti. Adamlardan biri Bangkok’ta yaşıyormuş, ona milyonlarca soru sorduk. O da sabırla yanıtladı. Şoför manyak gibi gidiyor bu arada. Bizim adam “Yok bu iyi kullanıyor, Tayland trafik kazası ölümlerinde bir numara” demez mi? Neden böyle bir bilgi verdi anlamadım, sıkı sıkı tutundum. Bir de kadın vardı, yürüyemiyor ama geziyor. Otelde ayarlamamış, “3 yıldızlı asansörlü bir yer” bulma hevesinde merdiven çıkamadığı için. İyi cesaret. Neyse birileri yardım etti ona da. Sonuç olarak benim yolculuk 14 saatten fazla sürdü.
Bangkok’ta yine sırt çantalılar diyarına yerleştim ancak bu sefer şehrin diğer kısımlarını da görmek için kendimi motive ettim. Gökdelenler diyarı… Skytrain diye yukarıdan giden bir metroları var. Onunla giderken etraf falan güzel gözüküyor da, yollarda yürüyünce kalabalık ve binalar biraz insanın üstüne üstüne geliyor. Akşam Siam meydanı hoşuma gitti ama. Birkaç kere kayboldum, çokça “Adamlar yapmışlar” dedim. Sonra o modernliğin içinde sokak pazarları, yemekleri falan komik geldi. Yani bir yere kadar oluyor bazı şeyler…
Seyahate çıkalı 1 ay olmuş. (Şubat’ın kısalığı konusuna girmeye gerek yok) Çok çabuk geçti ama bir yandan da İstanbul’daki hayatım o kadar uzak ki… Sanki evren değiştirmişim gibi geliyor. Tuhaf bir duygu. İki Duygu varmış, biri normal hayatını yaşamış, biri hep gezmiş, şimdi ikisi bir olmuşlar gibi. Yok şizofrene bağlamadım henüz, merak etmeyin.
Bu arada az kalsın unutuyordum. Banyo çantamdan Phnom Penh’deki odamın klima kumandası çıktı. Normalde üzülürdüm ama iyi oldu, kazıklamasalardı beni. Karma…
Sevgili Duygu, hayatımda en keyifle okuduğum seyahat anıları. Teşekkür ederim. Şimdilik buraya kadar gelebildim. Devam edeceğim. İyi ki yazıyorsun 🙂
Cok tesekkur ederim 🙂