Dün akşam sevimli bir tuk-tuk şöförüyle anlaşmıştım sabah gelip beni “Killing Fields”e götürmesi için. Kızıl Kmerler döneminde toplu ölümlerin gerçekleştirildiği alanlardan biri. Artık soykırım müzesi olarak işlev görüyor. Neyse o gelmeden ben kahvaltı yapayım diye sokaklara çıktım. Derken 2 zibidi peşime takıldı, deli gibi sarhoşlar, plastik torbalara doldurmuşlar etil alkolü. Burada her şey küçük plastik torbada tüketiliyor zaten, köriden şekerli suya… Evet pek çevre bilinçleri yok hoş karşılarsınız ki. Neyse, pek kimseye bulaşmamak gerekiyor. Baktım giderek rahatsızlık vermeye başladılar, arkama dönüp çok pis bir bakış attım, sonra da bağırdım. Gündüz gündüz ne yapacaklar zaten, döndüler gittiler. Tırstım ama. Kalbim küt küt çarptı. Dünyanın en güvenli yeri de değil sonuçta. Ben de kahvaltı sevdamdan vazgeçip otelden 2 dolara kek aldım. Buranın standartlarına göre çok pahalı.
Neyse geldi tuk-tuk, düştük yollara. Derken bir “Hi” sesi duydum. Benim dün otobüsteki sevimsiz çocuk motoruyla yanımda gidiyor. Daha bir konuşkandı. Polise 1 dolar rüşvet vermiş yola düşer düşmez. Neyse muhabbet ede ede gittik. Çok gülüyorum bu tuk-tuk konuşmalarına. Geçenlerde de Alman bir adam bisikletiyle benim tuk-tuka tutunmuş, öyle gitmişti. Onun da soyunu sopunu öğrenmiştim. Bu arada ne cesaret motor kiralamak bu şehirde. Daha önce de yazdığım gibi ben karşıdan karşıya geçemiyorum…
Buraya gelirseniz Killing Fields’a gidin. İnsanın nasıl cani bir yaratık olabildiğine şahit olun. Doğrusu Fransa’da bolca olan Nazi dönemine ait müzelerin iyi mi kötü mü olduğuna dair hep kararsız kaldım. Tarih hatırlanmalı ama fazla duygu sömürüsü yapmadan, geçmişte olanlar yüzünden bugün bir milletin vatandaşlarını suçlamadan… Ama buradaki durum farklı. Manyaklar topluluğu kendi vatandaşlarını katletmiş çünkü.
Müzeye gidince size kulaklık veriyorlar. Aslında neredeyse boş bir alanda yürüyorsunuz. Çünkü birçok binayı hemen yıkmışlar tabii. Devamlı topladıkları halde hala yüzeye kemikler, dişler ve kıyafetler çıkıyor. Özellikle yağmurdan sonra artıyormuş. Topluyorlar, ancak belli aralıklarla. Kuru mevsimde olmamıza rağmen sık sık karşılaştım bunlarla. Toplu mezarların birinden sadece kadınlar ve çocuklar, birinden de başsız Kızıl Kmer Ordusu askerleri çıkmış. İşte böyle içiniz acıya acıya ve inanamayarak dolanıyorsunuz. Çoğu asker de hayatta kalabilmek için devam etmiş bu işe. İnsan gerçekten çok acayip bir yaratık.
Ortada bir anıt vat, içinde camdan 17 kat ve bulunan kemikler. İçine girdiğinizde sizi kafatasları karşılıyor. Öylesine bakıp geçmek mümkün değil. Herkes 1-2 gözyaşı döküyor mezarların üstüne. En acısı da, hala ulaşılamayan toplu mezarların olduğu tahmin ediliyor ormanın içlerinde… Çevreleri de büyük ihtimalle mayınlarla dolu.
Sarsılmış bir halde oradan çıkıp Tuong Sleng müzesine gittim. Bir okulmuş aslında ama Kızım Kmerler için okul gereksiz hatta zararlı bir şey. Dolayısıyla hapishane ve işkence yeri olarak kullanmaya karar vermişler. Burası da çok etkileyici bir yerdi ama müze olarak çok zayıf. Siz gidene kadar daha bilgilendirici olur belki. Adamlar tüm mahkumları ve ölümleri belgelemişler fotoğraflarla… Bir sürü surat size bakıyor koridorlarda. Odaları, işkence aletlerini falan görüyorsunuz. Burada mahkum edilenlerden sadece 7 kişi sağ çıkabilmiş…
Bu iki müze üst üste biraz fazla geldi bana. Nehir kıyısında bir yerde yayıla yayıla öğle yemeği yiyip kendime gelmeye çalıştım. Sonra da Royal Palace’ı, yani sarayı gezdim. Çok sakin, çok güzeldi. Girişi çok pahalı bence ama değer. Bahçesi falan insanın içini açıyor. Bir yığın keşiş vardı yine.
Bu adamları bu kadar sevmem beni endişelendirmeye başladı. Bu arada tapınağa dalgınlıkla ayakkabımla girmişim. Bir kıyamet koptu ki, adam öldürdüm sanırsınız. Ben anlamadım tabii, dondum kaldım ilk. Neyse sonra da çok utandım. Hep çekine çekine dolandım.
Güzel Kızım, Ben sana sokaktan yiyecek alma dememiş miydim? Öyle böcek möcek yeme bakayım…
Şaka yaptım. Deniz böceği. Lokantada.