Siem Reap’e gelen her turist gibi asıl amacım Angkor tapınaklarını ziyaret etmekti. Dünyanın yeni 7 harikasına sıralaması ucundan kaçırmış Angkor Wat’ı duymuşsunuzdur büyük ihtimalle. Veya en azından bir fotoğrafını görmüşsünüzdür.
Değilse de sizi google’a havale ediyorum bu konuda. Kmer İmparatorluğunun 1000 yıllık çok iyi durumdaki yapılarından bahsediyoruz. Çok geniş bir alana yayılmış ve ormana karışmış olmaları nedeniyle hafifçe kendinizi Indiana Jones gibi de hissedip havalara giriyorsunuz (sakin olan yerlerinde).
Neyse bu tapınakları ziyaret etmek için 1 günlük, 3 günlük ya da 1 haftalık bilet alabiliyorsunuz. “1 hafta mıııı?” dediğinizi duyar gibiyim ama mümkün gerçekten meraklısı için. Meraksızı için de 3 günlük bilet iyi bence. Çok aceleniz varsa mecburen 1 günlükle idare etmeye çalışabilirsiniz. Bir de işin şöyle güzel bir yanı var, eğer akşamüstü saat 5 gibi biletinizi alırsanız o günün geri kalanında bedavaya dolanabiliyorsunuz içeride. Doya doya güneşi batırabilirsiniz veya genel bir fikir edinip ertesi gün için plan yapabilirsiniz. Hem de sabah kuyrukta beklememiş olursunuz. Bir tavsiye daha, Şubat-Haziran arası gelmeyin. Sıcaktan insanın beyni uyuşuyor, herkesin her bir tarafından şakır şakır terler akıyor, biraz iğrenç bir görüntü. Sonra da yağmurlu dönem başlıyor. Siz en iyisi Kasım-Ocak arasına ayarlayın tatilinizi…
Bir kitaptan takip etmeye üşendiğim ve mekanın büyüklüğü karşısında “Çüş!” dediğim için ilk gün bir tura yazılıp aydınlanmaya karar verdim. Zaten tuk-tuk parasına denk geliyordu. Kendinize özel rehber de tutabiliyorsunuz 20 dolara. Neyse bizim tura kimse yazılmamış. Ben tuk tuk şöförü ve rehberimle prensesler gibi gezdim yine. Bitli turist olmak benim kaderimde yok sanırım. Rehberin aksanından dolayı söylediklerinin ne kadarını doğru anladım bilmiyorum ama iyi oldu yine de. Angkor Wat’ta duvara oyulmuş Hint destanları vardı mesela, ben yanından yürüyüp geçerdim büyük ihtimalle. Adam anlattıkça hayran kaldım. Gerçekten yüz ifadeleri, atların kasları falan ne kadar detaylı oyulmuş. Yüz ifadelerine genel olarak takılıyorum zaten. Hep Zen bir hava var. Halbuki kanlı bıçaklı savaş sahneleriyle karşı karşıyayız. “Vay be! Vay be!” diyerek dolandım hep. Angkow Wat’ın ana tapınak kısmına geldik sonunda. İnanılmaz dik merdivenler var. Rehber “Buradan çıkarken bir kadın düştü öldü, bir çok kişi de bacağını kırdı” dedi. Ben de yutkundum bir. “Burası eğlence merkezi değil, tapınma yeri, o yüzden çıkış da kolay olmamalı” diye ekledi. Keşişler emekleyerek tırmanıp, yine aynı şekilde, kıçları hep yere bakarak gerisin geriye iniyorlarmış. “Kıç” kelimesi için özür dilerim. Rehber de “ass” dedi çünkü, tam çeviri yapma ihtiyacı duydum. Bu arada etraftaki binlerce turistin yanında turuncular içinde keşişler de dolanıyorlar. Mutlu oluyorum onları görünce. Neyse yeni bir merdiven yapmışlar tepeye çıkmak için, orada sıraya girdim sıcaktan ağlamak üzere olmama rağmen. Yukarıda güzel bir manzara ve Buda’larla karşılaştım yine. Hindu ve Budist öğeler iç içe bu tapınaklarda. Hatta bazı figürler Budist’ken üzerlerine Hindu figürler yapılmış. O yüzden 4 ayaklı meditasyon yapan kabartmalar var etrafta. Mitolojik kahramanlar sanmayın onları.
Her şey muhteşem Çinli turistler hariç. Tamam ırkçı olmak istemiyorum ama söylemeden de edemeyeceğim. Hem aşırı kalabalık halde geziyorlar hem her bir şeyin önünde her biri poz veriyor hem insanın üstüne çıkıyorlar hem de çok bağırıp çok konuşuyorlar gözlemlerime göre. Ama Türk gruplar bundan farklı mı ki?” derseniz, değiliz herhalde 🙂 Ben daha Türk gruba rastlamadım. Aslında tek bir Türk’e rastlamadım yolculuğumun başından beri…
Bir de Bayon tapınakları var pek etkileyici.Kubbelerin üst kısmı surat şeklinde çünkü. Benim kafam çok karıştı orada. Kralın suratıymış o figürler aslında ama Buda’ya benziyorlar. Kral kendi suratını Buda gibi yaptırmış falan dedi rehber. Onun yalancısıyım. Tüm yüzler meditasyon halinde, bir tanesinin gözleri açık ve gülüyor. O da uğurluymuş. Etrafta falcılar, el kol çeken bilge kişiler de var bu arada. Tütsü kokuları yayılıyor devamlı.
Turun sonlarını pek hatırlayamıyorum. Başıma güneş geçmiş, suyum da bitmişti. Öğlen de piknik var dediler, sefer tasında köri yedirdiler. İyice fenalaştım. Günün devamında pek bir şey yapmadım öyle olunca. Sokakta Vietnam çorbası içtim acı acı. “Bu seyahat seni ne kadar değiştirdi?” derseniz, “Artık ciddi acı yemeye başladım” derim. Canım istiyor resmen. Sıcak iklimle bir alakası var mı acaba diye merak ediyorum. Kanada’ya gidince bakalım nasıl hissedeceğim. Neyse komik gözüktüm yerken. Çorbanın içindeki erişteler çok kaygandı çünkü, çubuklarla tutmakta zorladım, höpürdete höpürdete içime çektim, kimseyi sallamadan. Burada kibar bir davranış zaten.
Sonra da Ta Phrom denen tapınaklara gittim. Bin yıllık ağaçlarla bin yıllık binalar bir olmuşlar, doğa resmen medeniyeti yemiş. Masal diyarı gibiydi. Saatler geçirdim orada. Her bir taşın üstüne çıktım, ormana daldım biraz. Sonra korktum, çıktım. O yüzden de bileğim iyileşmiyor zaten.
O değilde bu memlekette insanların çok dolanmadığı yerlere elinizi kolunuzu sallaya sallaya gitmenizi tavsiye etmem hiç. Çoğu temizlenmiş olsa da Kızıl Kmer hatırası olarak mayınlar var hala. Zaten mayınzedelerle de çok sık karşılaşıyorsunuz. Ne gaddar bir silah, savaş bittikten sonra canlar almaya, insanları sakat bırakmaya devam ediyor.Bu arada Bu Kızıl Kmer ordusu tüm tarihi binaları falan da yok ettiği halde Angkor’a pek dokunmamış. Duvarlarda kurşun izleri var, o kadar. Çünkü ne olursa olsun her Kamboçyalı için burası milli gurur kaynağı. “Angkor tapınaklarını yaptıysak her şeyi yapabiliriz” diye düşünüyorlar. Haklılar da gururlanmakta… Dönerken de tuk-tuk şöförü beni gizli bir tapınağa götürdü. Gizli derken çocuk kaynıyor da turist yok. Çocuklar poz verdiler, fotoğraflarını çektim bol bol.
Öyle işte sıcaktan başka bir yeri gezemedim. Öğlen uykusundan sonra buranın batısındaki Battambang şehrine tekneyle nehirden gitmek üzere bilet aldım. Biraz heyecanlıyım çünkü kuru mevsimde olduğumuz için su seviyesi çok düşük oluyormuş bazen, yolculuk uzayıp karadan falan da devam edebiliyormuş. Birilerine rastladım geçen hafta 11 saatte gelmişler 6 saatlik yolu. Ama inanılmaz manzaralar ve su üstüne kurulmuş yüzen köyleri görmüş olacağım. Biraz da rezillik olursa size anlatmak için malzeme olur diye düşünüp kendimi avuturum artık. Evet siz eğlenin gülün diye kendimi feda ediyorum. Bu arada ne acayip bir yerde kalıyormuşum da haberim yokmuş. Sokağın sol tarafı Müslüman mahallesi, arkası Budist, köşede de alımlı hatunların oturduğu bir pavyon var. Ama çok güvenli, merak etmeyin.
0
Bir Cevap Yazın