Gecenin 2’sinde Mumbai havaalanına geliyorsunuz, uçuşlara bakıyorsunuz check-in yapmak için, Bangkok diye bir uçuş yok. Kalbiniz biraz hızlı atmaya başlıyor doğal olarak. Keşke daha önce baksaydım, belki uçuşta değişiklik olmuştur diyorsunuz. Sonra bir tomar halindeki e-biletinizi veriyorsunuz görevlilere, bir şey demeden sizi bir kenara çekip uzun uzun konuşuyorlar. Cevabı duymaktan korktuğunuz için soru da soramıyorsunuz. Neyse Hong Kong uçağı Bangkok’ta duraklıyormuş meğer. Umduğunuz gibi… Görevlilerin dertleri de sizin biletinizin garip görüntüsüymüş. Sorun çözülüyor, yanınızda horlayan bir adamla uykusuz bir 3,5 saat sonunda Bangkok ayaklarınızın altında…
İkinci gün şehirde kültürel bir tura çıktım. Hayatımda bu kadar çok Buda görmemiştim, bir daha da görür müyüm bilmiyorum. Bir de Buda bu kadar çok altından heykelinin olmasını ister miydi acaba, onu da bilmiyorum. Ama çok etkileyiciydi. Hele bir “Reclining Buddha var ki”, görüp de nefesinizi tutmamanız imkansız bence. Tapınağın kendisi kadar büyük bir heykel çünkü. Az kalsın Budizm’e geçiyordum o kadarını söyleyeyim. Derken Buda heykellerinin bazılarının çok büyük memeleri olduğu fark ettim, dikkatim dağıldı. Çarpılmam umarım.
Bütün turistik tapınakların yanı sıra, bir de yürürken halkın uğradığı bir tapınağa girdim. Çok huzurluydu. Uzun süre oturdum. Bir grup Tay dansı yapmaya başladı. Onları izledim hayranlıkla. Sonra yandaki bir parka girdim. Öğrenciler peysaj çalışması yapıyorlardı, onların yanında bezdim. Hindistan’la karşılaştırıp durdum bütün gün. Sanki benim ülkem orasıymış gibi. Yolculuk boyunca böyle mi olacak acaba? Her yeri bu kadar benimseyecek miyim? Burayı çok sevmeme rağmen Hindistan’a bir özlem duydum. Bangkok’ta halk hep size gülümsüyor aslında. Hindistan’daki taksi şöförleri “Taksii taksii” diye bağırırken buradakiler “Hi sweet lady, do you want a taxi? Where are you going?” diyorlar. Yollar temiz, modern, trafik çok daha iyi, hatta bazı araçlar yaya geçidinde bile duruyorlar. Ama işte gerçek olmayan bir şeyler varmış gibi geliyor. Belki çok turistik bölgede kaldığım için. Hindistan’da sanki insanlar daha samimiydi…
Tayland’da krallarına tapıyor gibiler bu arada, her tarafta fotoğrafları var. Sarayını da gezdik zaten. Aklıma “Kral ve Ben” geldi. Ne çok izlemiştim o filmi küçükken….Yolda yürürken devamlı turuncular içerisindeki keşişleri görmek de çok güzel. Kadınların yanlarına yaklaşmaları yasak maalesef. Halbuki biraz konuşmak isterdim.
Ve yemekler… Hindistan’da nasıl da dikkat ediyordum iyi yerlere gitmeye… Burada olay sokaktan yemek… İnanılmaz lezzetli her şey. 2 dolara deniz mahsülü çorbası yedim Çin Mahallesinde, hala tadı damağımda. Hiç abartmıyorum sadece yemekleri için yaşayabilirim bu ülkede.
Bu arada dünya üzerinde sadece benim başıma gelebilecek bir şey oldu. Akşam otele döneceğim, taksi dururdum. “Taksimetreyi açar mısın?” dedim. “Açmam 100 baht” dedi. Neyse biraz konuştuk, iyi dedim. Öyle olsun. 3 dolardan bahsediyoruz. Otele geldik. Adam suratıma baktı, gülmeye başladı, “80 ver, yeter” dedi. Taksi şoförü kendi kendine pazarlık yaptı yani. Saflığımdan etkilenmiş olacak.
Çok ayrıntıya girmeyeyim. Bugünkü turumdan bahsedeyim biraz da. Yüzen pazar, Kwai köprüsü ve Kaplan Tapınağından oluşan bir tur aldım. Ezberbozan Efe’nin blogunda okumuştum, o yüzden hazırlıklıydım her şeye.
“Floating Market”, yüzen market, dedikleri yer tamamen turistlere yönelik. Doğrusu çok bayılmadım ama papaya yaprağında Çin mantısı yedim. Teyze de çok şekerdi. Sonra sandallara atladık, kobra gösterisi izlemeye gittik. Ben girmedim ona. Kobralar bu işten ne kadar mutlu olurlar bilemedim. Yol boyu manzaralar süperdi. Sadece motorlu sandallar çevreyi çok kirletiyor olmalılar. Bir de “Bu su çok pistir herhalde, Allah bilir timsah da vardır, düşmemek gerek” diye düşünüyordum ki, bir timsah geçti yanımızdan. Heyecanlandık sandalca. (Ben ve Çinli bir aile) Ailenin babası da devamlı geğiriyor, ayıp değil onlarda.
Kobra olayı da bittikten sonra yeni bir gruba katıldım. İlk önce Kwai köprüsüne gittik. Ben hüzünlendim, herkes çok bir mesuttu. Acayip kalabalık bir öğrenci grubu vardı. Zar zor yürüdük köprüde. Bu arada İrlandalı bir kızla kaynaşmıştık. Tüm çocuklar onunla fotoğraf çektirdi. Uzun boylu, sarışın falan, manken gibi maşallah. Ben kıskandım. Sonra hocalardan biri de benimle fotoğraf çektirdi. Mutlu oldum ilk defa bu işten.
Oradan da kaplan tapınağına doğru yola koyulduk. Tur bu tabii, her şey son sürat… Dediklerine göre bir şekilde yaralı veya evsiz barksız kaplanların toplanıp keşişler ve gönüllüler tarafından bakıldığı bir yer Tiger Temple. Onlar da orada çiftleşip doğurmuşlar falan. (Keşişlerle gönüllüler değil, kaplanlar.) Kalabalık olmuş nüfus. Girişte “Çocukların girmesini tavsiye etmiyoruz” diyor. Yanımdaki çocuğa gösterdim, “Kaplanlar çocukları yiyorlar herhalde” dedim. Korktuk. Neyse sabah çok koşup çok yiyorlarmış bu kedicikler. Sonra bezerlerken de siz gidip sevebiliyorsunuz. Bir görevli elinizden tutuyor, biri fotoğrafınızı çekiyor. Kaplanlar mutlu mu bilemedim. Ama çok sevdim bu hayvanları. Sarılasım geldi. Sarılmadım. Arkalarından dokundum, sevdim, kuyruklarını tuttum, sağa sola salladım. Sonra “Sevme saati bitti, şimdi yürüyüşe çıkaracağız, tek sıra halinde takip edin” dediler. Bir fasıl daha fotoğraf olayı oldu. İki kız beni ve yanımdaki İngiliz çocuğu gruptan ayırdı. Çocuk “İyi ki sen de varsın, değilse tırsardım çok” dedi. “Bana güvenme hiç” dedim. Neyse başka bir kaplanla fotoğrafımızı çekeceklermiş. O sırada inekler geyikler falan belirdi. “Herhalde kaplanlara akşam yemeği olacaklar” dedim bizim gruptakilere. Suratları asıldı. Öyle işe, sonra 3 saatlik bir yolculukla kakara kiriri horhor seslerle döndük. İrlandalı kız bir tura katılacakmış, onun valizlerini taşımasına yardım ettim. Karma puanları kazandım. O da bana yemek ısmarladı. İyi bir insan olduğumu düşündü ama aslında ben bugün tapınaktan su çalmaya kalkışmıştım, karmamı düzeltmeye çalışıyordum…
Yarın Kamboçya’ya gitmeye çalışacağım. Ama Bangkok’a geri geleceğim. O zaman daha modern kısmında kalıp bir de öteki Bangkok’u görmeyi planlıyorum. Bakalım, kısmet…
Adım geçmiş, yorum yapayım dedim. Bangkok da gönlümüzde yeri olan bir şehirdir. Kaplanlar tatlıdır ama pençeler büyüktür. Beer Chang iç bol bol, %6,4 alkollü, şifa niyetine. Kafa iyiyken spring rolls'lardan şaşma. Izgara kalamar ye, Koh San Road'un arka sokağında. Namussuz bölgeleri ben bilmem, fikir veremem maalesef…
Izgara kalamar görmedim, o sokakta kaldım halbuki… Neyse artık dönüşte kalamar avına çıkarım. Beer Chang şu anda bira sıralamamda en üst sırada (yola çıktığımdan beri içtiğim yerel biraları değerlendiriyorum tanıştığım bir Alman'ın önerisiyle) Sonra rapor olarak sunacağım.
Namussuz bölgelere gelince, boş verelim onları, sen bana tapınakları anlat
efe tam bir tapınak insanıdır. beşiktaş'ta budist merkezi kuracak bu gidişle. bence singha chang'ı döver.
Yarın akşam Singha o zaman. 🙂
nasıldı singhalar? 🙂
Güzeldi ama değerlendirme yapabilmem için Singha ve Chang'ı aynı anda içmem gerekecek. Çok zor bir hayatım var 🙂
Singha'nın içimi daha kolay ama Chang'ın daha özellikli bir tadı var sanki…
This comment has been removed by the author.
singha'da pirinç tadı vardı sanki de o güzel gelmişti bana. angkor beer kötüydü, myanmar daha da kötü 🙂
pirinç tadı mı? Bu rakı içince balık tadı almak gibi bişi olmasın? 🙂
öyle de denilebilir 🙂
4 kişilik bir jüri topladım. Singha kazandı.
aklın yolu bir.
bi yorum yaptım. arkasından neler gelmiş. iyi ki de gördüm. fazla sataşma var doktor. chang singha dan daha ucuz ve dala lezzetlidir ayrıca. duygu sen de hirondelle rumuzlu beyfendiye dikkat et lütfen. seyahatteki insanları pençesine düşürüp yanlış yollara sürükleyebiliyor. tecrübeyle sabittir…
Kavga etmeyelim. Ben ikisini de içtim sizin yerinize…