“Goa’dan çıkamıyorum” derken böyle olacağını düşünmemiştim doğrusu…Cuma günü için Hampi’ye tren bileti baktım, ancak Pazar’a yer bulabildim. Ben de biraz başka plajlarda vakit geçiririm diye düşünerek pek takmadım. Pılımı pırtımı toplayıp Lonely Planet’e göre buraların en güzel sahili olan Palolem’e doğru halk otobüsüyle yola çıktım. Otobüste tek yabancı benim, en arkada oturuyorum, muhteşem bir yeşilliğin içinden hoplaya zıplaya gidiyoruz, sonuna kadar da Bolywood müzikleri açık… Rüzgar ve kokular çarpıyor suratıma. Nasıl mutluyum anlatamam… İyi ki 800 rupi verip taksiye binmemiş, 30 rupi verip bir de bunu yaşamışım diye düşünüyorum… Neyse işte indirdiler beni bir yerde, “Buradan sal kendini aşağı” dediler. Ben de saldım. Sonuna doğru yoruldum, ilk gördüğüm yere yerleştim. Çok kötü etmişim. Oda resmen çürümüştü. Halbuki 50 metre daha yürüsem 2 dolar fazlaya cennet gibi odalar varmış. Neyse üşengeçliğimden oteli değiştirmedim de… Bana ders oldu.
Palolem muhteşem bir yer gerçekten. Bu kadar turistik olmadan önce tam bir cennetti büyük ihtimalle. İki tarafında kayalıklar olan bir koy. Yine her tarafı palmiyelerle çevrili tabii ki. Ben yine plaj fotoğrafçılığı misyonuma başlamıştım ki bir ineği fotoğraflarken Avusturyalı bir adamla tanıştım. Aslında Goa’da çok Hristiyan olduğu için inek eti yeniyor ama yine de özeller hayvanlar. Yemek yerken bir bakıyorsunuz arkanızda bir inek, lokantanın ortasında öyle kuyruk sallıyor…
Bir insan peşinden bir ordu getirebiliyor. 2 Fransız, 2 Avusturyalı ve bir Alman’la vakit geçirmeye başladım birden. Sırt çantalılar çok rahat, çok arkadaş canlısı, çok hoş sohbetler. Kimse üstüne alınmasın tabii de İstanbul’daki kapalı, yeniliklere ve yeni insanlara açık olmayan zihniyetten sıkılmışım. Rahatladım. Hindistan’la ilgili aksilikler hep gülerek anlatılıyor, bu ülkeyi özel kılan o kaos çünkü. O karışıklığı, renkleri ve aslında sizi devamlı kazıklamaya çalışsalar da içten insanlarla dolu sokaklarıyla apayrı bir dünya. Ve pisliğin içinde inanılmaz tapınaklar, saraylar, binalar var… Düzensizliğin içindeki düzen… Gerçi Hindistan’da doğmadıktan sonra Hindistan’ın sırrını çözmek imkansız gibi. Bir yığın din, bir yığın Tanrı, bir yığın gelenek… En az 6 ay geçirmek gerekir herhalde ufak bir fikir edinebilmek için…
Bu arada 1 aylık seyahatte olanlara dünya turundayım demek pek bir havalı oluyormuş, iyice bir şımardım zaten. Fransız kızlar çok az kaldılar, onlarla Hampi’de buluşmak üzere sözleştik, sonra da kraliçe arılığımı ilan ettim. Herkesi bir dünya turu hayali aldı. Türk olduğumu duyunca bir şaşkınlık geçirip, sonra da İstanbul’da oturduğumu öğrenince “Ah çok görmek istiyoruz” diyorlar kısa muhabbetlere girdiğim insanlar bile. Şeker dağıtır gibi email veriyorum. Turizm Bakanlığı’na sesleniyorum, bana ödenek çıkarsınlar. Neyse bu insanlar sayesinde eşyalarımı birilerine teslim edip rahat rahat denize de girebildim. Gerçi “Goa’da çok yılan var, geçen adamın birini yüzerken sokmuş çıkınca kurtaramamışlar, 5 çeşidi çok zehirliymiş ve nehrin denize boşaldığı yerlerde görülüyorlarmış” demeselerdi iyiydi . Tam da bir nehir ağzındaydık. Hafiften tırstım. Buradaki en önemli aktivite yine kayalıklara gidip güneşin batışını izlemek oldu… Yedik, içtik, bezdik… Biraz da etraftaki köylere doğru yürüyüş yaptık. Eşya taşımaktan yorulmuştum, iyice dinlenmiş oldum. Muhteşem de bir dolunay vardı. Bu gazla artık Hampi’nin altını üstüne getirmeye hazırım diye düşünmeye başladım.
Burada bir parantez açayım. Goa’nın eğlence hayatını merak eden arkadaşlar vardı, onları da aydınlatayım. Koydan koya çok farklılık gösteriyor. Bazı koylar trans müziği eşliğinde ot içiyor, bazıları erkenden uyuyor, bazıları Rus mafyasını beslemek suretiyle para harcıyor, bazısı da barları ve alternatif partileriyle turistleri memnun etmeye çalışıyor. Ama eskisi gibi değilmiş, artık müziği dışarıya 10’dan sonra veremiyorlarmış ve çok fazla uyuşturucu kontrolü yapılıyormuş. O yüzden sakinleşmiş. Ben bilmiyorum bu kısımlarını tabii, sadece barda takıldım. Zaten bu ara yakında olacak seçimler nedeniyle alkol satışını 11’de durduruyorlarmış, 11:30 gibi bütün ışıklar sönüyor ilginç bir şekilde. Hindistan’da hiçbir kurala uyulmazken buna uyulmasına şaşırdım. Seçimler de martın bilmem kaçındaymış… İşte ilginç bir ülke… Gerçi hesabı kestikten sonra da birkaç içki veriyorlar, onlar da barmenlere bahşiş kalıyor. Çoğu Nepal veya Butan’dan gelme. Suratlarından belli zaten, hafif çekli gözlü, daha bir sevimliler. Ha bir de havayi fişeklere en az bizim kadar meraklılar burada, 20 dakikada bir fırlatıyorlar sahilden.
Gecmis olsun .. Blogunu keyifle okuyorum..
Canım, çok geçmiş olsun. Ya tabi feci kıskanıyoruz seni ama söz bundan sonra nazar değdirmicez 😛
Bugün kahvaltıda bayağı kulaklarını çınlattık valla. Mart'ta gelebileceğim inşallah, ama önce ufak bir çalışma yapmam lazım 😉