Geçen gün arkadaşım Ceyda “oku, plan yap, gidelim” diye Özcan Yurdalan’ın Atların Denizi – Moğolistan Yolculuğu kitabını verdi bana. Aldım, eve geldim, kapağını açtım ve koklamaya başladım. Eski ciltleri koklamayı sevdiğim doğru. Ama bu daha yeni baskıdan çıkmış, geçmişi olmayan kitabı neden hemen burnuma götürme ihtiyacı hissettim bilmiyorum. Belki hayal kurmama yardım etmesi, ya da bana hızlıca bir yol hissi vermesi için. Çok hızlı tükettiğimizden her şeyi, onu açıp okuyacak sabrı bulamadım kendimde sanırım. Kitap yenmez de. Deneyebilirim gerçi. Yapmayacağım şey değil. Bu arada yanlış anlamayın, okumayı çok seven bir insanım ama bugünlerde hiçbir şeye konsantre olamıyorum. Dönem dönem olur.
Neyse konumuzdan sapmayalım. Bu kitap nasıl güzel kokuyor size anlatamam. Kağıt mı, boya mı? Kokladıkça koklayasım geliyor. Manyak demezseniz, orta masaya koydum, gelip geçip burnumu sokuyorum içine. Derken çok merak ettim. Başladım kütüphanedeki kitapları koklamaya. Eski kitapların ayrı bir durumu var tabii. İsviçreli bilim adamları kokularından yola çıkarak kitapların nasıl ortamlarda saklandığını, başlarına neler geldiğini çözmeye çalışıyorlarmış. Böylelikle daha iyi bakabileceklermiş kendilerine. Benim öyle bir derdim yok elbet. Romantik bir tutum içindeyim. Özellikle ikinci el kitaplar kimlerin elinden geçmiş, ne hayallerle veya düş kırıklıklarıyla yanlarında taşımışlar, okurken ne yemiş ne içmişler, iyi davranmışlar mı, yoksa neredeyse yalayıp yutmuşlar mı, bunları hep merak ediyorum. Hostellerde mesela, genelde “book swap” kitap değiştirme kütüphaneleri oluyor. Okuduğunuz kitabı bırakıp yenisini alıyorsunuz. Muhteşem bir şey bence. Dünyayı dolaşan kitaplar…
Ve koklama deneyim sonunda eski kitaplar beni biraz hapşırttu. Özcan Yurdalan’ın Sarı Otobüs serisini basan Agora yayınları çok güzel kokuyor, tavsiye ederim. Babamın ben lisedeyken Hindistan’dan getirdiği kitaplarda halen bir tütsü kokusu var. Çok ilginç. O kokuyla da ne hayaller kurmuştum…
Hiçbir duyuya benzemiyor koklamak. Ne bileyim, çok eski bir sevgilinizin benzerini görürsünüz veya beraber dinlediğiniz şarkıları duyarsınız, şöyle bir aklınıza gelir, geçer. Belki halen acı çekmekteyseniz belli bir ana gidersiniz, o kadar. Ama aynı parfümü kullanan birisi 2 metre uzağınızda yürüsün direkt o insanın size verdiği duyguyu hissetmez misiniz? Kitaplar bütün bu anları emiyor işte.
Veee en kötü kokan kitaplara gelelim. Lonely Planet’larım. Doğrusu baskıyı suçluyorum. Çok içli dışlı olmamızdan da kaynaklanıyor olabilir tabii. Çünkü kendilerine pek değer vermediğimden her yere koyup üstlerinde yemek yiyebiliyorum. Çantamda kirli çamaşırlarımla seyahat etmiş bile olabilirler. (Umarım bu cümlem işe yarar da kitaplarımı alıp sonra bir daha getirmeyenleri uzaklaştırır)
Siz de koklayın kitaplarınızı. Birkaç sene sonra bir daha koklayın. İyi okumalar…
Çok enteresan. Ben de son gittiğimiz seyahatte (İrlanda) Trinity College Old Library'yi gezerken beni en etkileyen şeylerden birinin ordaki eski kitap, kağıt kokusu olduğunu yazdım bugün. Seyahatlerden yanımıza görüntü ve sesleri kaydedebiliyoruz, ama şu kokuyu kaydedecek bir teknoloji istiyor gönlüm. Güzel yazı. Elinize sağlık.
🙂 yorumunuzu okuyunca belki de kokunun bu kadar özel olmasının nedeni kaydedilememesidir diye düşündüm… teşekkür ederim 🙂